Hidayet ve dalalet Kurani kavramlardandır. Hidayetin Kurani manasına bir göz attığımız zaman ; Bir kişi Kurani ve Peygamberi bir hayat yaşamaktaysa buna hidayette denilmektedir. Yok eğer Kurandan ve sünnetten bir kişi uzaklaşmışsa buna dalalette denilmektedir.
Allah dilerse hepimizi cennetine koyar yada Allah muhafaza hepimizi cehennemine koyabilirdi. Ama böyle yapmadı. Cennet yada cehennem tercihini biz kullarına bıraktı. Kişi kendi iradesiyle cennete talip olarak güzel ve temiz bir hayat yaşar yada Allah muhafaza kişi kerdi tercihiyle dalalete talip olarak yaşayarak öylece bu dünyadan ayrılıp gider.
Rabbimiz hidayeti ve dalaleti yaratmıştır. Rabbimiz Kuranında şöyle buyurmaktadır. Kehf süresi 29 . ayet:” De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Rabbimiz bu ayette açık olarak hidayeti ve dalaleti yarattığını ve bu ikisinden birinin tercihini ise biz kullarına bıraktığını anlamaktayız.
Rabbimiz hidayeti ve dalaleti kutsal kitabında açık olarak belirtmiştir. Peygamberi uygulamaya baktığımız zaman Peygamberimiz üzerindeki vazife olan tebliğ görevini yani Kuranı ve sünneti anlatmak olan vazifeyi yaptıktan sonra hidayeti verecek olan kendisi olduğunu ve insanlar üzerinde zorlama yaparak polis olmadığını hatırlatmıştır. Bakınız Rabbimiz Kaf süresi 45. Ayette ne buyurmaktadır:” Sen onların üzerinde polis değilsin.”
Bizler sadece tebliğle mesulüz. Bizler Kuranı ve sünneti elimizden geldiğince kırmadan dökmeden karşımızda ki muhatabımıza anlatmakla sorumluyuz. Bu anlattığımız kişiye zorlama yapmak gibi bir durumumuz yoktur. Çünkü hidayet verici bir ve mutlak güç ve kudret sahibi olan Allah’ımızdır. Yâsîn Sûresi 17. Ayet; “Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”
Bakınız Kuranı bir mesele olan hidayete en güzel vereceğimiz örnek İbrahim (A.S.) kıssasıdır. İbrahim (A.S.) ne kadar gayret etse de babası Azar’ın hidayetine vesile olamaz. En sonunda babası için öldüğünde istiğfar yapacağını yani onun affedilmesi için dua edeceğini vaat ettiğinde Rabbimiz kendisini uyararak babasının inkar üzere öldüğünü ve babasına istiğfar edemeyeceğini bildirmiştir. “Cehennem ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah’a) ortak koşanlar için af dilemek, ne peygambere yaraşır, ne de müminlere! İbrahim’in babası için af dilemesi (ise), sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan (hemen) uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim, çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi. (et-Tevbe, 113-114)
Bu ayet bizlere bir peygamberin bile en yakınını hidayete vesile olmadığını ortaya koymaktadır. Bir Peygamber bile en yakınını hidayete imkan kılınmamışsa biz ümmetlerinin durumunu sizlere sunmak isterim.
Ama bunun yanında Peygamberimizin en yakın akrabası Hz. Hamza’yı Uhut harbinde şehit eden Vahşi Mekke’nin fethinde iradesini kullanarak İslam’ı din olarak seçtiğinde Peygamberimiz Hz. Vahşinin İslam’ını kabul etmiş ve bu tercihiyle Hz. Vahşi inşallah cennete gitmiştir.
Buradan anlıyoruz ki Rabbimiz tercihi biz kullarına bırakmıştır. Kişi kendi iradesiyle İslam’ı kabul edip yaşamaya çalıştıkça hidayet üzeredir yok eğer kişi kendi tercihiyle islam’ı din olarak kabul etmekten uzaklaşmışsa bu durumda da bu kişi dalalettedir diyebiliriz.
Hidayet üzere olanlara müjdeler olsun…
Köşe Yazısı Yorumları