İtilâf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar.
Birer uydurma nedenle, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizlerce işgal edilmiş. Antalya ile Konya'da İtalyan birlikleri, Merzifon'la Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve görevlileri ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da İtilâf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir'e çıkarılıyor.’’
Ulu Önder Atatürk, 1.Dünya Savaşı sonunda memleketimizin genel durumunu Nutuk’ta böyle anlatıyor.
İşte bu şartlar içinde; bu durumu, kalplerine saplanmış bir ok addeden dedelerimiz çare arayışı içine girmişler ve memleketin birçok yerinde müdafaa cemiyetleri kurmuşlardır. Ancak, tarihe altın harflerle yazılmış bu namus cemiyetlerimizin tek eksiği yerel nitelik taşımaları olmuştur.
İşte Mustafa Kemal ve arkadaşları, 4-11 Eylül arası toplanan Sivas Kongresi’nde bu cemiyetleri birleştirmiş, ‘’Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.’’ ilkesiyle Kurtuluş Savaşımızın ‘parola’sını ortaya koymuşlardır.
Savaş zaferimizle sona ermiş, Mudanya Ateşkes antlaşması henüz imzalanmışken Gazi Mustafa Kemal ilk iş olarak çağdaşlık yolundaki devrimlerini gerçekleştireceği bir siyasal parti kuracağını dile getirmiştir.
“…Milletin her sınıf halkından, hatta İslam dünyasının en uzak köşelerinden bana ebedi olarak iftihar duyacağım şekilde gösterilen teveccüh ve itimada layık olabilmek için en mütevazı bir millet ferdi sıfatıyla hayatımım sonuna kadar vatanın hayrına vakfeylemek emeliyle barıştan sonra Halkçılık esası üzerine dayanan ve Halk Fırkası adıyla siyasi bir fırka kurmak niyetindeyim”.
9 Eylül 1923 Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kuruluşu
Yukarıda belirttiğimiz, dedelerimizin gayretleriyle kurulan cemiyetlerin, Sivas Kongresi’nde, ( ki partinin ilk kurultayı olarak tanımlanmıştır ) Mustafa Kemal önderliğinde tek vücut hale getirilmesiyle kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin TBMM’deki devamı olacak Halk Fırkası, 9 Eylül 1923’te kurulmuştur.
Kuruluşunda; dedelerimizin kutlu emekleri ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kurucusu,
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün yön göstericiliği bulunan, gerçekleştirdiği devrimlerle devletimizin, dünya devletleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlayan, insanımızı taassuptan uzak, akıl ve bilimle çağdaşlık mertebesine ulaştıran, ‘’Az zamanda çok ve büyük işler yapmış’’ Cumhuriyet Halk Partisi’nin, dedelerimizin partisinin kuruluş günü kutlu olsun.
Bugüne geldiğimizde, dünyada eşi benzeri bulunmayan güzellikteki memleketimizin, insanımızın maalesef zor günler yaşadığı bir gerçek.Lakin bu günlerin de bir ve beraber yürümekle aşılacağına imanımız tamdır.Emperyalizmin sınır tanımayan güç budalalığının hedefi yine bu topraklardır.Parayla devşirdiği piyonları, sahip bulunduğumuz coğrafyaya kan kusturmaktalar.
Tam da bu noktada, Cumhuriyetimizin ve üzerine siyasetimizi inşa ettiğimiz Altı Ok’un kıymetine değinmemiz bir gereklilik olacaktır. Kim neden şikayetçiyse aslında o şikayetinin çözümüdür Altı Ok.
Başta gelen Laiklik ilkesidir. Kendini muhafazakar olarak niteleyen kesim dinini istediği gibi yaşayamamaktan şikayetçidir.Kabaca bir bakış açısıyla bin türlü tarikat,cemaat ve bin türlü din anlayışının olduğu bu coğrafyada eğer binde bir şanslı değilseler, laiklik yerine istemiş oldukları şeriat düzeninde, usul ve esaslarını hiç tasvip etmedikleri belki de bidat saydıkları, bu yüzden ayrı ayrı camiler, evler kurdukları bir mezhebin, tarikatın, cemaatin şartlarına boyun eğerek dini inancını ve ibadetini gerçekleştirmek zorunda kalabileceklerdir.Bu istenilebilir mi?Müslümanlar bunu istemiş olsalardı fırka fırka bölünmüş, birbirlerinin camilerine bombalı eylemler düzenler olurlar mıydı?15 Temmuz hain darbe girişiminin güç kaynağı nedir?İşte çözüm laikliktir.Hem sadece onların değil başka dinlere inanan ve hatta hiçbir şeye inanmayanların, özgürce yaşamalarının yolu bu değil midir? ‘Ama biz ‘şundan mahrumuz, şunu bizden bizi esirgediler’ şikayetinde iseler, bu ancak ilkenin uygulamasındaki sıkıntıdan kaynaklı bir sorun olabilir. Elbette bu işin çözüm reçetesi de yine laiklik olacaktır.
İkinci olarak Milliyetçilik ilkesidir. ‘Benim milliyetimi tanımıyorsun.’ sorununun çözümüdür Atatürk Milliyetçiliği. Din ve ırk ayrımı olmaksızın ortak kültür ve dil birlikteliğine dayanıp bu coğrafyada tarih boyunca kaynaşmış etnik kökenlerin birbirine her anlamda eşit olması demektir. Bir kişinin ana dili tartışmasız hakkıdır.Ama bunun suistimal edilip bizim beraberce yaşamamızı ortadan kaldıracak resmi dilde herhangi bir değişiklik talebi kabul edilemez.Bugün; Amerikan Ulusu, Alman Ulusu, Rus Ulusu ve ulusal marşları nasıl ki devleti tasada ve kıvançta kader birliği olacak şekilde ve hukukta kabul edilmişse hiç şüphesiz Türk Ulusu da aynı şekil ve hukukta olmaya devam edecektir.
Üçüncü olarak Devletçilik. Kendini liberal olarak tanımlayanların sorunu.Çeşit çeşit liberalizm olsa da kısaca özgürlükçülük.Eğer talep kuralsızlık değilse yani özgürlüğünüz yek diğerinizin özgürlük alanına tecavüzü gerektirmiyorsa bunun yasa olarak yazılması işte bizim güvencemizdir.Güvenlik ise ilk insandan itibaren tesis edilmesine en başta çalışılan kavramlardandır.Belirli yasalar dahilinde devlet koruması altında olmak özgürce yaşayabilmenin olsa olsa şartı olacaktır.Yasaların özgürlükçü olmaması ise ilkenin değil yeni anayasa yapamayan bizlerin sorunudur.Mesele ekonomik liberalizm ise Atatürk Devletçiliği özel teşebbüslere açık ve destek sağlamaktadır.Ama bu bütün güçlü ülkelerdeki gibi bir sınırlama dahilindedir.
Dördüncü olarak Cumhuriyetçilik. Yönetenin yine halkın bizatihi kendisinin olmasıdır. Şayet hala saltanat severler varsa işte onların şikayeti. Aslında buna bile çözüm, ilkenin içindedir. Bu yönetimi; bir padişahlık, krallık sistemine devretmekse istenilen, bugünkü sisteme geri dönmek istenildiğinde bunun bugünkü talep sahiplerine sorulmayacağı ve muhtemelen ölüm cezasıyla mükafatlandırılacakları açıktır.
Beşinci olarak Halkçılık. Hiç bir kimseye, zümreye veya herhangi bir sınıfa ayrıcalık tanınmaması. Elit istin, seçkin sınıfın yani dünya nüfusuna düşündüğümüzde üç beş kişinin şikayeti olabileceği bir kavram olabilir.Lakin bu ilke şikayetlerinin çözümü değil de eşitlenene kadar sorunu olacak demektir.
Altıncı olarak Devrimcilik. Skolastik düşüncede olanların, basmakalıpçıların şikayeti. Atatürk’ün sözüyle açıklaması en doğrusu ‘Türk, yeninin, iyinin, güzelin ve doğrunun arayıcısıdır.’Lakin bu ilke de körü körüne yol tutanlara karşı asla şikayet giderici olamayacaktır.
Bu kara günlerin çözümü işte tam da bu ilkelerin, kuruluş felsefemizin anlaşılmasıyla gerçekleşecektir.
Son söz, bizleri tebaalıktan eşit yurttaşlık mertebesine ulaştıran, partimizin süresiz Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun kıymetli yol arkadaşlarına, bir kez daha Allah’tan rahmet diler, partimizin kuruluş gününü en kalbi duygularımızla kutlarız.
8 Eylül 2016 Perşembe 17:25
http://www.sebathaber.com/haber/itilf-devletleri-ateskes-anlasmasi-hukumlerine-uymayi-gerekli-gormuyorlar-10617.html