Az gelişmiş ülkelerde, özellikle de Doğu toplumlarında uygulamaya konan sömürü politikaları ile ülkemizde Ak partinin metal yorgunluğu ve muhalefetle birlikte milletimiz için yeni hikayeler yazamamasının iç ve dış etkenlerinin tartışıldığı fikrî temelli diyaloglar, zihin atlasımızda bana göre şu sebeplerle ortaya çıkmaktadır.
Hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu demokratik yönetimlerin ekonomiye (sermaye) bakışları ve ekonomik kurumları yönetim biçimleri, kamu yönetim gücü ile kamu kaynaklarını geniş kitlelere dağıtan ve keyfi kullanıma sınırlamalar getiren, özgürlükçü eşitlikçi siyasi kurumların belirlediği esaslara göre düzenlenmelidir. Yani siyasi temsiliyet gücü toplumun geniş kesimlerine yayılmış, tüm vatandaşların yönetimde söz hakkı oluşmuş, yönetim erkine sahip hükümet gücünün yasal bir çerçeve içinde etkili bir şekilde kısıtlanmış, yasama ve yargı bağımsızlığı sağlanmış, basın, ifade özgürlüğü kısıtlanmamış olmak zorundadır.
Kamu gücünün ve ekonomik kaynakların eşit, adaletli ya da dengeli dağıtılmadığı toplumlarda kamu kaynakları genellikle ve doğal olarak sömürücü bir elit kadronun eline geçer ki bu elitler toplumun geri kalan kaynaklarının da sömürülmesi için siyasi kurumları kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırırlar. İşte bu durum yalnızca dar bir kesimin (Küresel Sermaye ve Yerel İşbirlikçi Şirketler) faydalandığı, piyasaların işleyişine baskı yapan ve hükümetleri de esaretleri altına alan bir yapıya dönüştürülür. O zaman oluşan bu sömürgen yapı, dar bir siyasi-elit grubun kendi çıkarları için milyonları yoksulluğa iten, çoğunluğun kaynaklarına-gelirine-el koyan tekelleşmeyi, tröst kurumları beraberinde doğurur ki bu durum da, toplumları er ya da geç kaosa sürükler.
Servetin ve kamu kaynaklarının dar bir elit sınıfın elinde yoğunlaşması iç çatışmaların yanında devlet aygıtlarını da ele geçirme arzusunu beraberinde getirir. Bizim uzak ve yakın tarihimiz de bu olumsuz girişimlerin örnekleriyle doludur. Çünkü, buyurgan-sömürgen siyasi ve ekonomik yapıların hâkim olduğu devletlerde hukuki, siyasi, iktisadi kurumlar kırılgan yapıları gereği kolayca çökebileceği gibi sömürgen küresel sermaye ya da yerli işbirlikçi elit gruplar, bizzat kendileri iç çatışmalar üreterek toplumsal yapıyı tehdit ve tahrip edebilirler. (1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması, 1881 Duyunu Umumiye, Cumhuriyet Dönemi Askeri Darbeleri, özellikle 28 Şubat 1997, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi ve Küresel Sermayenin kur baskıları).
Oysa bilgi çağının çıldırtıcı ve baş döndürücü dinamik gücü sözü edilen olumsuz sonuçlar doğurabilecek kırılgan yapıdan radikal kopuşları gerçekleştirebilir. Ülkemiz bu şansı reddetmemeli yöneticilerimiz bu fırsattan sonuna kadar faydalanmalıdır. Çünkü bilimsel gelişmeler ve insanoğlunun eşsiz yeteneği bu devrimin asıl gücünü oluşturabilir. İnsanımızın yeteneklerinin doğru iş alanlarına aktarılmasına imkân tanıyan piyasa sistemi de yüksek bir üretim sahası oluşturabilir. Ancak iş alanlarında yeni teknolojiler ortaya koyup bu teknolojileri kullanabilecek beceride işgücü bulabilen vizyoner girişimcilerin ortaya çıkması, nispeten çağa ve dijital dünyanın gerçeklerine uygun yüksek eğitim düzeyi ile gerçekleşebileceği için, gerekli eğitim ve beceri dönüşümü, gelenek ve nepotizme kurban edilmemelidir. Kariyer ve Liyakat kavramları ve bu kavramlarla donatılmış iş istihdamları da insanımızın her şeyi devletten bekleme algı ve beklentisini yıkacaktır. Girişimci ruh sayesinde sermaye, kamu kaynakları ve milli gelir belli elit gurup ve sermayenin elinden eğitimli geniş halk kesimlerinin eline geçerek tabana yayılacaktır. Devlet ve siyaset, küresel sermaye, işbirlikçi sermaye ve sömürenlerin baskılarından kurtarılarak özgürleşecek kurumsal yapısı demokrat, hukuka ve insan haklarına saygılı ama kırılgan olmayacaktır. Böylece de ekonomik alanda entel tekelleşmesi ve tröstlerin oluşması engellenecektir.
Tüm bunlar için yeni yatırımcıların dijital çağa ve ötesine ait teknolojik gelişmeleri komplekse düşmeden takip ve teşvik etmeleri, insana yatırım yapmaları, çok sayıda insanımızın yetenek ve becerilerini harekete geçirme kudretini gösterebilmeleri gerekmektedir. Bu hamleler ekonomik, siyasi, askeri büyüme için hayati niteliktedir. Bu yüzden hükümetlerce her hâlükârda ivedilikle desteklenmeli, devlet politikası olarak kabul edilmelidir. Art niyetliler ve hayal satıcılarla, niteliksizlere fırsat tanınmamalı, elemine edilmelidirler.
Bu hayati gerçekliği anlayamayan devlet ve şirketlerin varlık ve beka sorunu yaşamaları da mukadder olacaktır. Ülkemizin kadim tarihinde biriktirdiği devlet felsefesi bu gerçekliği yakalayabilecek milli ve ilmi derinliğe sahiptir. Yeter ki bu hayalin motor gücü olan milli birlik ve kardeşlik ruhunu hep birlikte diri ve sağlam tutalım.
Ali AKÇA