Yada soruyu şöyle mi sormalıyız? Vatandaşlarımız yayla alanlarına neden ev yapıyor…? Bu soruların cevabını bulabilmek için Karadeniz yaylacılığının tarihini ve karakteristiğini iyi anlamak gerekiyor.
Karadeniz Bölgesinde hayvancılık yapan çiftçilerimiz horon tepe tepe, türkü söyleye söyleye, katırlara ve atlara yüklediği eşyaları ile birlikte hayvanlarını önüne katarak, yayan bir vaziyette, yolların olmadığı yüksek dağlarda bulunan soğuk ve sisli yaylalara otlatma alanlarına gitmekteydi. Köyünden uzak, soğuk, sisli ve yüksek yaylalarda, hayvanlarını ve kendisini, yaban hayvanlarından koruyabilmek için taş barınaklar yaptı. Kanunname-i arazi denilen Osmanlı İmparatorluğu zamanından beri yürürlükte olan kanun; yaylalarda ev yapmayı yasaklıyordu; ancak devlet hayvancılığı ve hayvan sahiplerini korumak adına hiçbir zaman için bu barınaklar için kanunu uygulamadı. 4342 sayılı Kanun ile yeni bir hukuki uygulama 1998 yılında yaşantımıza girdiğinde, yaylalara araç yolları da yapılmıştı. Artık vatandaşlarımız yayladaki “taşlar” ve ormandaki “hardama” ile küçük barınaklar yapmak yerine, şehirdeki inşaat malzemelerini kamyona yükleyerek yaylada betonarme evler yapabilirdi. Oysa 4342 sayılı kanunun 20. Maddesi yayla ve meralarda ev yapmaya hiçbir şekilde müsaade vermiyordu. Ancak vatandaşımız kanunu göz ardı edip, yaşam koşullarının iyileşmesiyle birlikte; hayvanı olmasa da yaylada yer kapma yarışına girdi. Hayvanı olmadığı halde yaylalarda ev yapan bu kişilere, kanunu uygulaması gereken kişiler de göz yummaya devam edince yaylacılar; hayvanların otlak alanlarına ve çevreye büyük zararlar vererek ev yapmanın yanında bu evinin kapısına kadar yol yapmanın gayretine girmişlerdi. Tarihten gelen kadim bir uygulama ile kanun uygulayıcılarının hayvan sahiplerinin hayvancılık yapmasının önünü açmak adına göz yumduğu bir uygulama artık yeşilin, betonlaşmasının önünü açmıştı. Gittikçe artan, artmak bir yana çığ gibi büyüyen, herkesin şikayetçi olduğu yaylalardaki izinsiz yapılaşmalar, “o yaptı ben de yapacağım”, devlet nasıl olsa bu binaları yıkmıyor hem yıkamaz da” “ev yapanlara bu yerler satılacakmış” “Büyükşehire geçtiğimizde buraları imara açacaklar” “yaylalar turizme açılıyor, ahşap evlere müsaade edeceklermiş” türünden fısıltı ve dedikodular ile birlikte yapılaşmayı kartopu gibi büyüttü. Yetkililerin yıkım uygulamalarını çeşitli kaygılarla hayata geçirmemesi yayla alanlarında ev yapmak ve satmak şeklinde bir ticaretin önünü de açtı; adeta yayla müteahhitleri piyasaya çıktı.
Peki, kimse şu soruyu soruyor mu? Ev yaptığım bu toprak benim mi? Evet soru bu… Falanca ev yaptı, filanca apartman dikti türünden yaklaşımlar yerine, bu soruyu tekrar soralım. Yaylalarda ev yapılan topraklar kimin..? Cevap oldukça basit. “Hayvanların”… Kentlerde insanların evleri ve yaşam alanları var. Köylerde de hakeza. Peki, yaylalarda